ISSN 2149-4983 | e-ISSN: 2149-9306
 
 
Cilt : 9 Sayı : 3 Yıl : 2023
 
: 9 (1)
Cilt: 9  Sayı: 1 - 2023
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Kapak
Cover

Sayfa I

2.
Yayın Kurulu
Editorial Board

Sayfalar II - VI

3.
İçindekiler
Contents

Sayfa VII

ORJINAL ARAŞTIRMA
4.
Evde Bakım Hizmeti Alan Bireylerin Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Yöntemleri Kullanımlarının İncelenmesi
Investigation of the Use of Traditional and Complementary Medicine Methods by Individuals Receiving Home Care Services
Hasan Anık, Gülçin Uyanık, Medine Yılmaz
doi: 10.55646/jaren.2023.90217  Sayfalar 1 - 11
Amaç: Bu araştırma evde bakım hizmeti alan bireylerin kullandığı geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemlerini ve kullanım durumlarını belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Araştırma tanımlayıcı tiptedir. Veriler bireylerin GTT kullanım durumları, GTT kullanımına ilişkin davranış özellikleri ve kullanılan GTT yöntemlerini belirlemek amacıyla literatürden yararlanılarak oluşturulan, toplam 73 sorudan oluşan görüşme formu kullanılarak yüz yüze görüşme ile toplanmıştır. Evde bakım hizmeti alan 157 birey araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Bulgular: Araştırmaya katılan 157 bireyin yaş ortalaması 75,65±8,04’tür. Bireylerin %65,6’sı en az bir GTT yöntemi kullanmaktadır. Kullanılan yöntemin öğrenildiği kaynak en sık (%11,5) akraba, arkadaş ve komşudur. Bireylerin cinsiyet, yaş, eğitim durumu, medeni durum, kronik hastalık sayısına göre GTT yöntemi kullanma durumları farklılık göstermemektedir (p>0,05). Bireylerin rahatlatıcı girişimler kapsamında en çok uyguladığı yöntem gülme (%39,5), inanç ile ilişkili uygulamalar kapsamında dua etme (%68,8), en çok kullanılan bitkisel yöntem ise ıhlamur çayıdır (%52,9). Bitkisel destek uygulamalarının en yaygın kullanım nedeni üst solunum yolu hastalıklarıdır (%66,1).
Sonuç: Evde bakım hizmeti verilen araştırma grubundaki bireylerin GTT kullanım oranı yüksektir. Evde sağlık hizmeti çalışanları tarafından yapılacak olan ziyaretler sırasında bireylerin ve bakım verenlerinin GTT yöntemi kullanımına ilişkin tutum ve davranışları belirlenmeli, ilgili durumlarda doğru yöntem kullanımı hakkında hasta ve yakınlarına bilgi verilmelidir.
Objective: The aim of the research is to determine the use of traditional and complementary medicine methods and the level of their use by individuals who receive home care services.
Method: The research had a descriptive and relational design. The data were collected through face-to-face interviews using an interview form consisting of a total of 73 questions developed in line with the literature to determine individuals’ GTT use status, behavioral characteristics related to GTT use, and GTT methods used. 157 individuals who received home care services constituted the sample of the study.
Results: The mean age of 157 individuals participating in the study is 75.65±8.04 years. 65.6% of the individuals use at least one T&CM method. Relatives, friends, and neighbors were the most common source of information for learning the method used (11.5%). The use of T&CM methods does not differ according to gender, age, educational status, and the number of chronic diseases (p>0.05). Praying is the most common faith-related practice (68.8%). The most used herbal method is linden tea (52.9%). The most common reason for the use of herbal supplements is upper respiratory tract diseases (66.1%).
Conclusion: The rate of T&CM usage is high among the participants who receive home care services. During the home visits by healthcare workers, the attitudes and behaviors of individuals and caregivers regarding the use of T&CM methods should be identified, and the patients and their relatives should be informed about the proper use of the method in relevant cases.

5.
Hemşirelik Öğrencilerinin İntihara Yönelik Bilgi Düzeyleri, İntihar Eden Kişilere Yönelik Damgalama Tutumları ve Etkileyen Değişkenlerle İlişkisi: Türkiye Hemşirelik Öğrencileri Örneklemi
The Relationship Between the Knowledge of Nursing Students About Suicide and Their Stigmatizing Attitudes Towards People Committing Suicide, and Associated Factors: A Sample of Nursing Students from Turkey
Havva Kaçan
doi: 10.55646/jaren.2023.10337  Sayfalar 12 - 22
Amaç: Bu çalışma hemşirelik öğrencilerinin intihara ilişkin bilgi düzeyleri ve intihar eden kişilere yönelik damgalama tutumları arasındaki ilişki ve etkileyen faktörlerin incelenmesi amacıyla planlanmıştır.
Yöntem: Kesitsel, tanımlayıcı, ilişki arayıcı özellikte olup 446 hemşire öğrencisi ile yapılmıştır. Verilerin toplanılmasında Sosyo-demografik veri formu, İntihara Yönelik Damgalama Ölçeği (İYDÖ), İntihara İlişkin Bilgi Düzeyi Ölçeği (İBDÖ) kullanılmıştır.
Bulgular: İBDÖ orta düzeyde olup, en düşük “belirtileri bilme” (1,738±1,267) boyutundadır. Daha önce bir psikiyatriste başvuran ve psikiyatrik bir tanı aldığını bildiren öğrencilerin İBDÖ toplam puan ortalamaları yüksektir. Psikolojik Desteğe İhtiyaç Duyduğunu belirtenlerin ihtiyaç duymayanlara göre intihar yönelik bilgi seviyesi yüksektir (p=0.001). İYDÖ orta düzeyde olup en çok onaylanan “izolasyon/depresyon” (3,015±0,459) alt boyutudur. Ailesinde psikiyatrik tedavi öyküsü olmayan öğrencilerin intihar edenlere yönelik damgalama alt boyutu, ailesinde psikiyatrik tedavi öyküsü olan öğrencilere göre yüksek ve anlamlı bulundu (p=0.001). Öğrencilerin İBDÖ toplam ölçek puan ortalamaları ile İYDÖ Damgalama (r=-0.471), İzolasyon/depresyon (r=-0.37) ve yüceleştirme/normalleştirme (r=-0.363) alt boyut puan ortalamaları arasında ilişki bulunmuştur (p=0.001). İntihara ilişkin bilgi düzeyi ile damgalama arasında anlamlı ilişki bulunmuştur (F=126,260; p=0,000<0.05).
Sonuç: İntihara yönelik damgalamanın azaltılmasında bilgi düzeyi etkilidir. Gelecekte sağlık uygulamalarında ve hasta bakımında önemli rolleri olacak öğrenci hemşirelerin İntihara yönelik damgalama tutumlarının azaltılması ve intihar yönelik bilgi düzeylerinin yeterliliğinin sağlanmasında psikoeğitim programlarına gereksinim bulunmaktadır.
Aim: The present study was designed to examine the relationship between the knowledge of nursing students about suicide and their stigmatizing attitudes towards people committing suicide, and the factors affecting it.
Methods: The study had a cross-sectional and descriptive-correlational design and was conducted with 446 nursing students. The data were collected using the Socio-Demographic Data Form, the Suicide Stigmatization Scale (SSS), and the Literacy of Suicide Scale (LOSS).
Findings: The mean LOSS score was at a moderate level, and was at the lowest level in the dimension of “knowing the symptoms” (1.738±1.267). Students who applied to a psychiatrist before and reported that they had a psychiatric diagnosis had a high mean score on the LOSS. Those who said that they needed psychological support had a higher level of knowledge on suicide than those who did not (p=0.001). The mean ILSS score was at a moderate level and the most approved sub-dimension was “isolation/depression” (3.015±0.459). The stigmatization sub-dimension of the students who did not have a family history of psychiatric treatment was found to be higher and significant when compared to the students who had a family history of psychiatric treatment (p=0.001). A relationship was detected between the students’ total scale mean scores on LOSS and the mean scores of the Stigmatization (r=-0.471), isolation/depression (r=-0.37), and sublimation/normalization (r=-0.363) sub-dimensions (p=0.001). A significant relationship was detected between the level of knowledge on suicide and stigmatization (F=126, 260; p=0.000<0.05).
Conclusion: The level of knowledge about suicide is effective in reducing stigmatization towards suicide. There is a need for psychoeducational programs to reduce the stigmatizing attitudes of nursing students, who will have important roles in healthcare practices and patient care in the future, and to ensure the adequacy of their knowledge about suicide.

6.
Hemşirelik Yüksekokulu Öğrencilerinin Vücut Algısı ile Yeme Davranışı Arasındaki İlişki
The Relationship Between Body Image and Eating Behavior of Nursing School Students
Hatice Karayılan, Makbule Batmaz, Gülcan Kendirkıran
doi: 10.55646/jaren.2023.97752  Sayfalar 23 - 32
Amaç: Bu çalışma, hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin vücut algısı ile yeme davranışı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı tasarımda ve ilişki arayıcı olarak yapıldı.
Yöntem: Araştırmanın evrenini İstanbul Avrupa Yakası’nda bir vakıf üniversitesinin Hemşirelik Yüksekokulu’nda okuyan 372 öğrenci oluştururken, örneklemini ise çalışmaya gönüllü katılan 276 öğrenci oluşturdu. Çalışmanın verileri; Sosyo- Demografik Bilgi Formu, Hollanda Yeme Davranışı Anketi ve Vücut Algısı Ölçeği ile toplandı. Çalışmanın verilerinin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistiksel analizler, normal dağılım testleri (Skewness ve Kurtosis), Cronbach Alpha, bağımsız gruplarda t testi/Mann Whitney U testi, One-way Anova/Kruskal Wallistesti, Pearson Korelasyon testi kullanıldı.
Bulgular: Çalışmadaki öğrencilerden, 19-23 yaş grubunda olanların dışsal yeme düzeylerinin anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu belirlendi (p<0,05). Obez Beden Külte İndeksi (BKİ) sınıfında olanların duygusal yeme ve dışsal yeme, fazla kilolu olanların kısıtlayıcı yeme düzeylerinin istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu saptandı (p<0,05). Kadınların ve duygusal bireylerin vücudundan daha az memnun olduğu saptandı (p<0,05).
Sonuç: Bireysel ve sosyal özelliklerin, bireylerin yeme davranışı ve vücut memnuniyet durumlarını etkilediği, kadınlarda, parçalanmış aileye sahip olanlarda ve 18 yaşındaki gençlerde duygusal yemenin daha fazla olduğu, kadınların, kendisini duygusal olarak nitelendirenlerin ve 24 yaş ve üzerindeki bireylerin vücudundan daha az memnun olduğu görüldü. Vücut algıları ile yeme tutumları arasında pozitif yönde ilişki olduğu saptandı. Toplumsal düzeyde bireylerin sağlıklı olması için ilkokuldan itibaren sağlıklı besinler ve beslenme konularında çocukları bilinçlendirme çalışmaları yaygınlaştırılmalıdır.
Objectives: This study was conducted in a descriptive and comparative design to evaluate the relationship between body image and eating behaviors of nursing school students.
Methods: The population of the study was 372 students studying at a nursing school of a foundation university on the European side of Istanbul, and the sample consisted of 276 students who voluntarily participated in the study. The data of the study was collected using the Socio-Demographic Information Form and the Dutch Eating Behavior Questionnaire, and Body Perception Scale. In evaluating the data of the study, descriptive statistical analysis, normal distribution tests (Skewness and Kurtosis), Cronbach Alpha, Independent groups t-test / Mann Whitney U test, one-way ANOVA / Kruskal Wallis test, and Pearson Correlation test were used.
Results: Among the students in the study, the levels of external eating were found to be significantly higher in the 19-23 age group (p<0.05). Emotional eating and external eating levels were found to be statistically significantly higher for those in the Obese Body Mass Index (BMI) class, and the restrictive eating levels of those who were overweight (p<0.05). It was determined that women and emotional individuals were less satisfied with their bodies (p<0.05).
Conclusion: It was observed that individual and social characteristics affect individuals’ eating behavior and body satisfaction; emotional eating is more common in women, those with broken families, and 18-year-olds; women, those who describe themselves as emotional, and individuals aged 24 and over are less satisfied with their bodies. A positive correlation was found between body image perceptions and eating attitudes. In order for individuals to be healthy at a social level, activities to raise awareness of children on healthy foods and nutrition should be expanded, starting from primary school.

7.
Okul Çağı Çocuğu Olan Ebeveynler için Medya Ebeveynliği Ölçeğinin Türkçe Uyarlaması
Turkish Adaptation of the Media Parenting Scale for Parents of School-Age Children
Zühal Çamur, Çiğdem Erdoğan
doi: 10.55646/jaren.2023.43926  Sayfalar 33 - 40
Amaç: Bu metodolojik çalışma Medya Ebeveynliği Ölçeğinin Türkçe geçerlik ve güvenirliğini yapmak amacıyla yapılmıştır
Yöntem: Bu araştırma metodolojik bir araştırma olup 6-12 yaş grubunda okul çocuğu olan toplam 303 ebeveyn alınmıştır. Araştırma verileri, Tanımlayıcı bilgi formu ve Medya Ebeveynliği Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Ölçeğin geçerliliğini test etmede dil, kapsam, içerik geçerliği, açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi kullanılmıştır. Ölçeğin güvenirliliğini değerlendirmek için Cronbach’s alfa güvenirlik katsayısı, madde-toplam puan korelasyonları kullanılmıştır.
Bulgular: Ölçeğin iç tutarlılık güvenirliğini değerlendirmek için toplam madde korelasyon analizi kullanılmıştır. Ölçeğin iç tutarlılığı için Cronbach’s Alpha katsayısı hesaplanmıştır. Kabul edilebilir Cronbach alfa katsayılarının 0.70 ile 0.95 arasında olması gerektiği belirtildi. Ölçeğin Cronbach’s Alpha katsayısı 0.92 olarak bulunmuştur. Ölçekte temel bileşenler analizi ve Varimax döndürme ile değerlendirilmiş ve maddelerin faktör yüklerinin 0.342-0.906 arasında olduğu bulunmuştur.
Sonuç: Okul çağında çocuğu olan ebeveynler için medya ebeveynliği ölçeği Türk kültürüne uygundur.
Aim: This methodological study was conducted to determine the validity and reliability of the Turkish version of the Media Parenting Scale.
Method: This research is a methodological study, and a total of 303 parents of school-age children between 6-12 years of age were included. The research data were collected using the Descriptive Information Form and the Media Parenting Scale. Language, content, content validity, as well as exploratory and confirmatory factor analysis were used to test the validity of the scale. Cronbach’s alpha reliability coefficient and item-total score correlations were used to assess the reliability of the scale.
Results: The item-total correlation analysis was used to assess the internal consistency reliability of the scale. Cronbach’s alpha coefficient was calculated for the internal consistency of the scale. It was stated that acceptable Cronbach’s alpha coefficients should be between 0.70 and 0.95. The Cronbach’s alpha coefficient of the scale was found to be 0.92. The scale was evaluated by principal component analysis and varimax rotation, and the factor loads of the items were found to be between 0.342 and 0.906.
Conclusion: The Media Parenting Scale for parents with school-age children is suitable for the Turkish culture.

8.
Üniversite Öğrencilerinde Yeme Davranış Bozukluğu ile Duygusal Yeme Davranışı Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Examination of The Relationship Between Eating Behavior Disorder and Emotional Eating Behavior in University Students
Nurgül Arslan, Hacer Alataş
doi: 10.55646/jaren.2023.72623  Sayfalar 41 - 48
Amaç: Bu çalışma, üniversite öğrencilerinin yeme alışkanlıkları, yeme tutum ve davranışlarını değerlendirmek ve tıkınırcasına yeme bozukluğu ile duygusal yeme arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Method: Bu çalışma malatya da üniversite eğitimi gören bireyler ile yürütülmüştür. Çalışmada bireylerin duygusal yeme durumunun saptanması için Hollanda Yeme Davranışları ölçeği ve bireylerin tıkınırcasına yeme bozukluğunun saptanması için Edinburgh Bulimia Araştırma Testi ölçeği kullanılmıştır.
Bulgular: Bireylerin ortalama yaşı 24.21±6.21 yıl olarak saptanmıştır. Bireylerin %12,58’inin Edinburgh Bulimia Araştırma Testi ölçeği puanının 20 puan ve üzerinde olduğu belirlenmiştir. Çalışmaya katılan kız öğrencilerin Edinburgh Bulimia Araştırma Testi ölçeği puanı ortalaması 8.24±2.78, erkek öğrencilerin 6.18±2.01’dir (p=0.013). Bireylerin dışsal yeme puan ortalamalarının Edinburgh Bulimia Araştırma Testi ölçeği puanı kategorilerine göre dağılımı incelendiğinde, Edinburgh Bulimia Araştırma Testi ölçeği puanı 20 ve üzeri olan bireylerin dışsal yeme puanlarının 28,87±9,44 olduğu görülmüştür (p=0.019). BKİ’deki her 0.021 birimlik artış için, duygusal yemede 1.031 katlık bir artışa yol açmaktadır. Tıkınırcasına yeme bozukluğu varlığı için aynı değişkenlerle oluşturulan modelde kısıtlayıcı yeme değişkeninin modele anlamlı katkı sağladığı ve her 1.078 birimlik artışın tıkınırcasına yeme bozukluğu varlığı riskini 2.708 kat artırdığı bulunmuştur (p<0.05).
Sonuçlar: Çalışma bulgularına göre üniversite öğrencilerinde tıkınırcasına yeme bozukluğu riskini artıran birçok faktör vardır. Bu çalışmada BKİ artışı ve duygusal yeme durumu tıkınırcasına yeme bozukluğu riskini artıran faktörler olarak saptanmıştır.
Objective: This study was conducted to evaluate the eating habits, eating attitudes, and behaviors of university students and to determine the relationship between binge eating disorder and emotional eating.
Method: This study was conducted with individuals studying at a university in Malatya. In the study, the Dutch Eating Behaviors scale was used to determine the emotional eating status of individuals, and the Edinburgh Bulimia Research Test scale was used to detect the binge eating disorder of individuals.
Results: The mean age of the subjects was found to be 24.21±6.21 years. It was determined that 12.58% of individuals had an Edinburgh Bulimia Research Test scale score of 20 points and above. The mean Edinburgh Bulimia Research Test scale score of the female students participating in the study was 8.24±2.78, and it was 6.18±2.01 for male students (p=0.013). When the distribution of the external eating mean scores was examined according to the Edinburgh Bulimia Research Test scale score categories, it was seen that the external eating scores of the individuals with the Edinburgh Bulimia Research Test scale scores of 20 and above were 28.87±9.44 (p=0.019). For every 0.021 unit increase in BMI, it leads to a 1.031-fold increase in emotional eating. In the model created with the same variables for the presence of binge eating disorder, it was found that the restrictive eating variable contributed significantly to the model and each 1.078 unit increase increased the risk of binge eating disorder 2.708 times (p<0.05).
Conclusion: According to the study results, there are many factors that increase the risk of binge eating disorder in university students. In this study, increased BMI and emotional eating were determined as factors that increase the risk of binge eating disorder.

DERLEME
9.
Kanser Sonrası Süreçte Eş İlişkilerindeki Değişim
Changes in Spousal Relationships in the Period After Cancer
Ayşe Çal, İlknur Aydın Avcı
doi: 10.55646/jaren.2023.18942  Sayfalar 49 - 54
Kanser tanısı, hastalar ve eşleri için psikososyal güçlükleri beraberinde getiren tanı ve tedavi süreçlerini içermektedir. Kanser sonrası dönemde hastalarının fiziksel, psikolojik ve sosyal boyutlarda etkilenme düzeyi ve yaşanan sorunlar yaşam kalitesini düşürmektedir. İlgili literatürdeki pek çok çalışma kanser tanısı konan hastaların hastalığa ve tedaviye uyumunda eş desteğinin önemi vurgulamaktadır. Hastalara sağlanan eş desteğinin hem olumlu hem olumsuz etkilerinin olduğu, bu farklılığın alınan desteğin kalitesi ve hastaların algılarıyla ilişkili olduğu belirtilmiştir. Eş uyumu yüksek olan çiftlerde kansere yönelik algılanan streslerin azaldığı bilinmekte, kanserin tedavi sürecinde yaşanan sorunlara yönelik yeterli danışmanlık alamayan çiftler ise, bu süreçte etkin baş etmeyi sağlayamayarak boşanma kararı ile karşı karşıya kalmaktadır. Alanda çalışan sağlık profesyonelleri kanser sürecinde çiftlerde yapıcı iletişimi geliştirmeyi hedefleyen müdahalelerin yapılmasını önermişlerdir. Bu noktada kanser tanısı konan kadınların yanı sıra eşlerinin de olası psikososyal sorunlara yönelik danışmanlık hizmetleri uygulamalarının önceliği ve önemi çok açıktır. Ülkemizde kanser hastalarının psikososyal uyumunu destekleyemeye yönelik rutin uygulamaya aktarılan bir psikososyal müdahale bulunmamakla birlikte; sağkalan bireylerin eş ilişkilerini desteklemeye yönelik yapılacak çalışmalar, verilecek danışmanlık hizmetlerinin içeriğini oluşturmada önemli katkı sağlayacaktır. Bu makalede kanser tanısı konan bireylerin hastalığın tanı ve tedavi süreçleri nedeniyle etkilenen eş ilişkilerindeki değişimi ortaya koymak amaçlanmıştır.
Cancer diagnosis includes diagnosis and treatment processes which lead to psychosocial difficulties for patients and their spouses. In the period after cancer, patients’ levels of exposure in physical, psychological and social dimensions and the problems experienced decrease quality of life. A great number of studies in related literature emphasize the significance of spouses’ support in adapting to the disease and the treatment for patients diagnosed with cancer. It has been stated that the support given to patients by spouses have both positive and negative effects and that this difference is associated with the quality of support received and the perceptions of the patients. It is known that perceived stress against cancer decreases in couples who have a high compatibility and couples who cannot receive sufficient counselling for problems experienced during the treatment process of cancer cannot cope with this process effectively and they are faced with the decision to get a divorce. Health professionals working in the field have recommended interventions aiming to develop constructive communication in couples during the cancer process. At this point, the priority and significance of giving counselling services for possible psychosocial problems of spouses in addition to women diagnosed with cancer is very obvious. Although there are no routine psychosocial interventions to support the psychosocial adaptation of cancer patients in our country, studies to be conducted to support the spousal relations of surviving individuals will make great contributions in forming the content of counselling services to be given. It is aimed to reveal the change in the marital relationships of individuals diagnosed with cancer who are affected by the diagnosis and treatment processes of the disease.

10.
Doğum Eyleminde Sık Yapılan Girişimlerin Kanıta Dayalı Uygulamalar ile İncelenmesi: Sistematik Derleme
Systematic Review: Review of Frequently Performed Interventions During Labor with Evidence-based Practices
Ece Kaplan, Semra Akköz Çevik
doi: 10.55646/jaren.2023.44265  Sayfalar 55 - 64
Amaç: Doğum eyleminde yapılan girişimlerin kanıta dayalı uygulamalar ile incelenmesine yönelik yapılan çalışmaları analiz etmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Literatür incelemesi, Cochrane ve Pubmed/Medline veri tabanları kullanılarak son on yılda yayınlanmış (2007-2017) tam metni bulunan, PDF formatında makaleler irdelenerek yapılmıştır. Tarama İngilizce dilinde, 8 anahtar sözcük kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Tarama sonucunda araştırma kapsamına 18 çalışma alınmıştır.
Bulgular: Doğumda dik pozisyonların doğum süresini kısalttığı, sezaryen doğum riskini ve epidural anestezi ihtiyacını azalttığı belirlenmiş ve maternal ve yenidoğanın iyi olma durumları üzerinde olumsuz etkileri bulunmamıştır. Maternal oksijen yönetiminin umblikal arter Ph değerleri üzerinde etkisinin olmadığı bildirilmiştir.
Oral gıda ve sıvı alımının sezaryen oranları, vajinal doğumun müdahaleli olması ve 5 dakikadaki Apgar skorlarının 7’ nin altında olması üzerinde etkisinin olmadığı belirlenmiştir. Lavman uygulamasının perine bölgesinde yara enfeksiyonu oluşumu, doğumun süresi, neonatal enfeksiyonlar ve gebelerin uygulamadan memnun kalma açısından anlamlı fark bulunmadığı ve sürekli kardiotokografi kullanımının sezaryen oranlarını artırdığı bulunmuştur. Erken amniyotomi uygulamasının doğumun ilk evresinin uzunluk süresi üzerine etkisinin olmadığı ve rutin epizyotomi uygulamasının ağrı, disparoni, üriner inkontinans ve genital prolapsus yönünden anlamlı farklılık bulunamadığı saptanmıştır.
Sonuç: Doğum sürecinde gebelerin hareket etmelerine izin verilmesi, rahat ettiği ve dikey pozisyonların desteklenmesi, düşük riskli gebelerin sıvı ve tanesiz gıda alması ve birinci evrede 30 dk.’da bir, ikinci evrede ise her 15 dk.’da bir fetal monitörizasyon ile değerlendirilmesi, normal ilerleyen süreçte rutin olarak lavman uygulaması, amniyotomi ve epizyotomi yapılmaması gerektiği belirlenmiş olup maternal oksijenizasyon ile ilgili yeterli kanıtın olmadığı saptanmıştır.
Objectives: This study was conducted to analyze the studies on interventions used during labor with evidence-based practices.
Methods: A literature review was conducted by reviewing the articles with a full text in PDF format published in the last decade (2007-2017) using Cochrane and Pubmed databases. 18 studies were included in this study as a result of the review.
Results: It was determined that an upright position during labor shortened the duration of labor. It was observed that oral intake of food and drink had no effect on the C-section rates. It was found that there was no significant difference in the incidence of perineal wound infection at the site of enema administration and that continuous use of cardiotocography increased the C-section rates. It was also seen that early amniotomy application had no effect on the length of the labor, and no significant difference was determined in the routine use of episiotomy in terms of pain.
Conclusions: It was determined that pregnant women should be supported in an upright position, pregnant women with low risk should take drinks and grain-free foods, enema should be performed routinely during the normally-progressing process, and amniotomy and episiotomy applications should be used.

11.
Sezaryen Sonrası Sakız Çiğnemenin Bağırsak Motilitesine Etkisi: Bir Derleme Çalışması
The Effect of Chewing Gum After Cesarean Section on Intestinal Motility: A Review Study
Rüveyda Ölmez Yalazı, Nurdan Demirci
doi: 10.55646/jaren.2023.70188  Sayfalar 65 - 69
Ameliyat sonrası dönemde gastrointestinal sistemin gecikmiş motilitesi nedeniyle midede ve ince ve kalın bağırsakta gaz ve sekresyonlar karında şişkinlik, bulantı, kusma ve ağrıya neden olmakla birlikte bu durum hastaların konfor düzeyini olumsuz etkilemektedir. Sakız çiğneyerek sefalik vagal refleksi harekete geçer ve postoperatif dönemde bağırsak fonksiyonunu uyarır. Bu makalede, sezaryen sonrası sakız çiğnemenin etkisi ve başarı oranını etkileyen faktörler güncel literatürler ışığında gözden geçirilmiştir.
In the postoperative period, gas and secretions cause abdominal bloating, nausea, vomiting and pain in the stomach and small and large intestines due to delayed motility of gastrointestinal system and negatively affect the comfort level of the patients. Chewing gum activates the cephalic vagal reflex and stimulates intestine function in the postoperative period. In this article, the effect of chewing gum after cesarean section and the factors affecting the success rate are reviewed in the light of current literature.

12.
Hastalarda Yorgunluk Semptomunun Yönetiminde Non-farmakolojik Yöntemlerin Etkisi-Sistematik Derleme
The Effect of Non-pharmacological Methods in the Management of Fatigue Symptoms in Patients: A Systematic Review
Neşe Kıskaç, Hamdiye Banu Katran, Gülay Manav, Binnur Erdem Türkoğlu, Elif Yokarıbaş
doi: 10.55646/jaren.2023.34735  Sayfalar 70 - 88
Amaç: Hastalarda gelişen yorgunluk semptomunun yönetiminde kullanılan non-farmakolojik yöntemlerin etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: 21-28 Şubat 2022 tarihleri arasında, Türkiye Ulusal Tez Veri Tabanı’nda “non-farmakolojik”, “non-farmakolojik, yorgunluk” ve “yorgunluk” anahtar kelimeleriyle 1992-2021 yılları arasında yapılmış yüksek lisans, doktora ve tıpta uzmanlık tezleri tarandı. Bulunan toplam 291 tezden 66’sı araştırmaya dahil edildi ve veri tabanına kayıt yılları, konusu, örnek grubu, araştırma türü ve amacı, yorgunluk semptomunu değerlendirme yöntemleri, uygulama ve araştırma sonuçları açısından tablo haline getirilerek değerlendirildi.
Bulgular: Araştırmada, tezlerin 38’inin doktora, 1’inin tıpta uzmanlık ve 27’sinin yüksek lisans tezi olduğu tespit edildi. Araştırmalarda non-farmakolojik yöntemlerin 4 tanesinin çocuklarda, 62 tanesinin ise erişkinlerde uygulandığı görüldü. Tezlere bakıldığında sadece 4 çalışmada akupress (n=1), gevşeme egzersizi (n=1), müzik (n=1), aromaterapi+masaj (n=1) uygulamasını içeren yöntemlerin yorgunluğu gidermede etkili olmadığı, ancak diğer tüm non-farmakolojik yöntemlerin (n=62) etkili olduğu tespit edildi.
Sonuç: Değerlendirilen 66 araştırmaya göre uygulanan non-farmakolojik yöntemlerin oluşan yorgunluk semptomunun giderilmesinde etkili olduğu ve hastalarda bu yöntemlerin kullanılabileceği sonucuna varıldı. Hemşireler tarafından yorgunluk semptomunun giderilmesinde non-farmakolojik yöntemlerin uygulanması ve hemşirelerin yorgunluk semptomunu değerlendirme ölçeklerini kullanmaları önerilir.
Aim: It is aimed to determine the effectiveness of non-pharmacological methods used in the management of fatigue symptoms in patients in relieving fatigue.
Material and Methods: Between 21-28 February 2022, master’s, doctoral and medical specialization theses written between 1992-2021 were searched in the “Turkey CoHE National Thesis Center” database with the keywords “non-pharmacological”, “non-pharmacological, fatigue” and “fatigue”. Sixty-six of the 291 theses found were included in the study and were tabulated in terms of registration years, subject, sample group, research type and purpose, fatigue assessment methods, application, and research results.
Results: In the research, it was determined that 38 of the theses were doctoral theses, one of them was a medical specialization thesis and 27 of them were master’s theses. In the studies, it was seen that four of the non-pharmacological methods were applied in children and 62 of them were applied in adults. When we look at the theses, it was found that methods including acupressure (n=1), relaxation exercise (n=1), music (n=1), and aromatherapy+massage (n=1) were not effective in relieving fatigue, but all other non-pharmacological methods (n=62) were effective and statistically significant.
Conclusion: According to 66 evaluated studies, it was concluded that non-pharmacological methods are effective in reducing fatigue and these methods can be used in patients. Nurses are recommended to apply non-pharmacological methods to relieve fatigue symptoms and to use fatigue assessment scales.



Journal of Academic Research in Nursing (JAREN) dergisi; Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin 2015 yılında Haziran ve Aralık aylarında yılda iki kez yayımlanmış olan ve 2017 yılından itibaren Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında olmak üzere yılda üç kez yayınlanmaya devam eden yayınıdır. Dergi; Türkiye Atıf Dizini (Turkey Citation Index), ULAKBİM TR Dizin ve EBSCO CINAHL Complete veri tabanlarında indekslenmektedir.



Copyright © 2022 JAREN